YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR

KIYMETLİ YAZARLARIMIZ CEVAPLIYOR

www.hakanbirol.com

Merhaba değerli okuyucularımız. Her hafta bir yazarla röportaj köşemizde bu hafta “Kendi Gölgesinde” kitabıyla tanıdığımız  “Aylin BENDİS” var.

Merhabalar Aylin Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Teşekkür ederim. Edebiyat dünyasına girişim 2017’de,  Efsunlu Zaman romanım ile oldu. Aslında o kitabım iki yıl önce,  2015’te bitmişti. Yani iki yıl uykuda beklemiş bir roman ilk kitabım. Sonra arkasından,   2018’de Belki Bir Gün Anlatırım yola koyuldu. Şimdi dört yıl sonra Kendi Gölgesinde  ile yolculuk devam ediyor. İlgi alanlarıma gelecek olursak, orası biraz sadece kendime ait  anları yakalamaya çalıştığım bir alan. Tabii orada başı çeken her zaman okumak, fakat iki ayrı kola ayırıyorum bu kısmı, birincisi,  yazma güdümü besleyecek olan türde, sosyoloji, felsefe dallarında ait  kitaplar, makalelerden oluşuyor. Diğeri ise  daha çok roman tarzı. İşte orada dinleniyorum. Özellikle şiir kitaplarında, Toplumcu Gerçekçi şiir tarzından bahsediyorum. On yıldan fazladır televizyon ile olan irtibatımı tamamen kestim diyebilirim. Zihnim galiba fazla ya da gereksiz olan hiçbir şeyi kaldırmıyor zannederim. Kendi açımdan zamanı  yönetebilmek hem de  üretebilmek  açışsından en doğuruşu da bu diye düşünüyorum. hayatımın olmazsa olmazı, müzik. Hemen her türde çok ciddi bir arşivim var. Nostaljik şarkıların izini sürmeyi, araştırmayı da seviyorum.

“Kendi Gölgesinde” kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?

Bu kitap Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki ülkemizi ve toplumumuzu da  anlatan bir dönem romanı. 1926’da başlayıp, günümüze kadar uzanan, dün ile bugünü sentezleyen bir roman. Okurlar o  günden bugüne değin süre gelen bir hikayenin içinde özellikle kentlerin ve mekanların, yeri geldiğinde şairlerin de izini  sürecek. Öte yandan romanda kimliğini yeniden kazanmaya çalışan bir kadının  verdiği  hukuk mücadelesi var. Bugün günümüzde artık Soyadı  Kanunu’ndaki yeni düzenlemeler ile bir şekilde hepimizin aklından bir kez olsun geçmiş olan bu konuyu, kendine hedef edinmiş güçlü bir kadın ve o dönemin gençleri ile yani 1940 Kuşağı Gençleri ile de  tanışacaklar. En önemlisi de, Hakime Aliye Hanım ile birlikte, aslında her insanın (dolayısı ile kendisinin) hayattaki o ‘varoluş’ mücadelesini, yaşam amacını belki tekrar gözden geçirecek. Biraz da,  ‘zaman’  kavramını, ‘tekrarın imkansızlığı’ nı da  sorgulayacaklar.

 Kendi Gölgesinde kitabınız roman türünde bir eser olmuş. Peki, bu kitabınızda tamamen mi yaşanmışlıklara mı dayanıyor yoksa kurmaca mı diyebiliriz?

Kendi Gölgesinde’yi de diğerleri gibi gerçek bir hayat hikayesinden esinlenerek kurguladım. Diğerlerinden farkı, çok daha ciddi bir araştırma sürecinden, süzgecinden geçerek çarpıcı bir dönem romanına dönüşmüş olması.  O dönemi, yaşanan kentleri, mekanları, tarihi olayları ve kişileri bu kurgunun etrafında toplayıp; hikayeyi onlarla birlikte  biçimlendirdim. Sonuçta  kendine münhasır, canlı ve belki  gerçeğinden daha gerçek bir hikaye ortaya çıktı.

Yazmanın sizdeki tarifi nedir? Bize bunu biraz anlatır mısınız?

Yazmak benim için hayat ile aramdaki bir nevi en güçlü, en yaratıcı bağ. O bağın her geçen gün daha canlı ve kuvvetli olması için her gün beslemeye çalışıyorum. Bir de ‘yazmak’ eyleminin zihinde sürekli sorgulattığı bir şey var; mümkün ve muhtemel olan her olayı, durumu, duyguyu sorgulamaya başlıyorsunuz. Bu da zamanla ‘hayat’ dediğimiz kavrama çok daha farklı bir yerden bakmanızı sağlıyor. Nedir bu; artık hayatı herkesin kendine dair  ondan ne anladığını ve nasıl  anlattığını özetleyen, anlamlandıran;  sonsuz bir döngüde tıpkı canlı bir varlık gibi hem yaşayan, hem de yaşamın kendisini anlamlandıran  bir roman gibi görmeye başlıyorsunuz. Daha çok duygulanıyorsunuz, ama çok daha az şaşırıyorsunuz.  İşte böyle görmeye başladığınızda yazmadığınız, yazamadığınız zamanlarda hayatla irtibatınız kesilecekmiş gibi hissedebiliyorsunuz.  Belki de bu yüzden zamanla  zihninizin yarattığı hayali bir kaleminiz oluyor ve o kalem hiç ummadığınız bir anda, sizden bağımsız bir halde  oynamaya, yazmaya başlıyor. Ben buna, ‘zihnimin arka planında hikaye zaten kendini  yazıyor.’ diyorum.

“Dijitalleşmenin “edebiyata” etkisi nedir? İyi ve kötü yanlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?”

Bana göre en büyük etkisi okur ile kitap arasındaki fiziksel bağın lezzetinin kaybolmak üzere olması. Eseri elinizde tuttuğunuzda o fiziksel bağ,  ‘görünür’ olmanın getirdiği bir etki ile daha kalıcı ve unutulmaz oluyor. Galiba kötü etkilerinden birisi de bu; insanlar ileride  o unutulmazlığı ve kalıcılığı, o fiziksel bağı, kitap kokusunu  , ‘hoş bir sada’, bir nostalji olarak anlatacak. Böyle düşünmek istemiyorum fakat ne yazık ki, edebi eser niteliği taşıyan kitapların sayısı daha da azalacak gibi görünüyor.

Yazmak başlı başına cesaret isteyen bir iştir. Yazmak isteyen ama nasıl yazmaya başlaması gerektiğini bilmeyenler için önerileriniz var mı?

İşe bir ‘seyir defteri’ ile başlamaları. Yazmak istedikleri  ile aralarındaki bağın seyrini  tutmalarını, hikayenin kendisi ya da karakteri ile  kurdukları bağı anlatmalarını öneririm. Bu, zihni kalemle kolektif  bir çalışmaya ikna ediyor. Buradan başlamak o cesareti de arttıran bir unsur olabilir.

Yazmak ve okumak dışında vaktinizi nasıl geçirirsiniz?

Özel sektörde çalışıyorum. Aynı zamanda şu anda Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisiyim. Çok parlak bir öğrenci olmasam da, çabalıyorumJ

En son okuduğunuz kitap nedir? Fethiye Haber okurlarına tavsiye edebileceğiniz kitap ya da kitaplar var mıdır?

En son Sthandal’ın Aşk Üzerine’yi okudum. Kesinlikle tavsiye ederim.  Bir de yazmaya ilgi duyan okurlarınız için bir de Murat Gülsoy’un Büyü Bozumu, Yaratıcı Yazarlık kitabını da önermek isterim.

Ülkemizdeki okuma oranları hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Gözlemleriniz doğrultusunda genç nesle bakış açınızı özetleyebilir misiniz?

Bana kalırsa ülkemizde bu bir çok unsura göre değişiyor; şehre, yaşa, mesleğe, cinsiyete… Ama özellikle yaşa göre. Benim  fuarlarda gözlemlediğim, gençler belirli bir yaşa kadar gayet iyi okuyorlar. Ve çok da seçici bilinçliler. Fakat sanki bir sınır, bir yer var oraya geldiklerinde çoğunun kitaplarla yolları ayrılıyor. Orası da üniversite hayatı. Elbette bir öğrencinin ekonomik şartlarıyla da doğru orantılı.  Okuma oranı  zaten çok düşük bir ülkeydik ve şimdi şu ekonomik şartlarda bu oran daha azaldı. Artık imece usulü ile de olsa -ki  biz de ilk gençlik yıllarımızda böyle yaptık-  mutlaka okumaya çalışmalarını, kitapsız kalmamalarını öneririm.

Değerli Aylin Hanım, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni eserlerinizi de okuyabilmek dileğiyle…

Sizinle sohbet etmek benim için değerliydi, ben de çok teşekkür ederim.

 

Bizde kalın, habersiz kalmayın! BeskazaTV.com