YAZARLARLA RÖPORTAJ / HAKAN BİROL SORUYOR
KIYMETLİ YAZARLARIMIZ CEVAPLIYOR
www.hakanbirol.com
Merhaba değerli okuyucularımız. Her hafta bir yazarla röportaj köşemizde bu hafta Çok Bekleyince Acır kitabıyla tanıdığımız Hatice AKALIN var.
Merhabalar Hatice Hanım, öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bize kendiniz ve ilgi alanlarınız hakkında bilgi verir misiniz?
Merhaba Hakan Bey, ben de bu söyleşide kitabıma yer verdiğiniz için size teşekkür ederim. Ben 1990 yılında Manisa’nın küçük bir ilçesinde doğdum. Üniversite eğitimimi Dokuz Eylül Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği bölümünde tamamladım. 2013 yılından bu yana MEB’e bağlı liselerde mesleğimi icra ediyorum. Ayrıca çevrimiçi ortamda yayın hayatına devam eden Mahal Edebiyat dergisinde editörlük yapıyorum.
İlgi alanlarımdan bahsedecek olursam sanatın çeşitli kollarıyla hemhal olmayı seviyorum diyebilirim. Tabi ki bunların başında edebiyat yer alıyor. Kendi alanım olması sebebiyle de güzel bir metinle/nitelikli bir kalemle karşılaştığımda heyecanlanıyorum. Okumak ve yazmak, hayatımı anlamlı kılan temel uğraşlar diyebilirim. Edebiyatın yanında sinemayla da yakından ilgileniyorum, insana dair incelikli hikâyesi olan tüm filmler kalbimi çeliyor. İleride bir senaryo çalışması içerisine girmek gibi bir hayalim de var. Hayat ne getirir henüz bilemiyorum ama umarım bunu başarabilirim.
Çok Bekleyince Acır kitabınızdan bahsedecek olursak eserinizde okuyucularımızı neler bekliyor?
Her daim bir şeyler anlatmayı çok seven biri oldum ben. Dönem dönem kendime bu huyumdan dolayı kızdım da. Hayatın merkezinde hep bir hikâyenin var olduğuna inanlardan olduğum için sanırım her zaman insanları dinledim, onları tanısam da tanımasam da hikâyelerine sızmak, sızabilmek bana her zaman mutluluk verdi. Çocukluğumun geçtiği yer ve yakınlarım da bana bu konuda bolca malzeme sundu. Diyebilirim ki mekânlar ve insanlar, yazdıklarımın her daim merkezini oluşturdu. Kişilerin yanında mekânların/ nesnelerin de anlatılacak çokça hikâyesi olduğunu düşünüyorum. Ahmet Hamdi Tanpınar “Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner.” demiştir. Ben de insanın hikâyesinin yaşadığı mekâna sindiğini düşünüyorum. Öykülerimin hepsinde insan ve mekân hikâyelerinin birbirine bulaşmasını umut ediyorum.
Son üç yıldır yazdıklarımı başkalarıyla paylaşma cesareti gösteriyorum. Bu yolda şansım varmış ki Mahal Dergi’de çok güzel insanlarla rastlaştım. Ve ilk kitabım Çok Bekleyince Acır ortaya çıktı. Doğduğum yerden de zaman zaman esinlendiğim, küçük insanların küçük anlarına odaklanmaya çalıştığım öyküler var kitabımda. Karakterlerimin çoğunu kadınlar oluşturuyor diyebilirim. Kadınların hem kendi içinde hem de bu toplumda verdiği mücadeleleri elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Aslında kadın veya erkek, tüm karakterlerim kendi uzağını arayan insanlar. Nezahat, Sosyete Akif, Peruzat, Nilgün ve diğerleri… Umarım okuyanlar karakterleri ve onların hayatta bulundukları yerleri, halleri, duyguları severler.
Yazdığınız metinlerin öykü olması bilinçli bir tercih mi? Başka türlerde de yazıyor musunuz?
Ben, hayatın / sanatın merkezinde şiirin olduğuna inanıyorum; fakat bir dönem şiir de kaleme almama rağmen şiirin çok zorlu bir tür olduğunu düşünüyorum. Öykü yazmaya beni yönelten şey ise öykü türünün bana göre şiire en yakın tür olması. Öyküler de şiirler gibi özlü metinler. Hacim itibarıyla yoğun anlamlar barındıran, bu yüzden de şiirselliği içerisinde barındıran bir tür öykü. Mahal Dergi için makale/ incelemeler de kaleme alıyorum fakat kendimi en çok öykücü olarak tanımlayabilirim. İçimde yazma isteği oldukça öykü yazarlığında ilerlemeyi hayal ediyorum. Bir kısım
Yazmanın sizdeki tarifi nedir? Bize bunu biraz anlatır mısınız?
Yazmak, birçok kavramı çağrıştırıyor bana: sağaltım, hesaplaşma, sorgulama, kendini tartma, kendinden kaçma veya kendine varma…
İnsan, yazarken başka karakterlerin hayatına dâhil olduğunda kendi hikâyesinden uzaklaşıyor nispeten ya da kurgusal olarak meydana getirdiği karakterlerin meselelerinde kendine dair izler bulabiliyor. Öykülerdeki kişilerin yaşadığı bir acı veya bir iyileşme hali yazarını da iyi edebiliyor. Didem Madak,
“Ey, iki adımlık yerküre
senin bütün arka bahçelerini
gördüm ben!”
diyor bir şiirinde, bense henüz bu kadar keskin konuşamıyorum. Ne kendimin ne de diğer insanların arka bahçelerini henüz görmedim. Belki yazmaktaki amacım arka bahçelerimize ulaşabilmektir.
Bakıldığında bir dünya var ve o dünyanın içinde milyonlarca insan da… Buna da edebiyat adı veriliyor. Ama sorulduğunda da hayal deniliyor. Edebiyat gerçekten nerede yaşanıyor?
Hayal ve hayat… Tınısı ne kadar benzer kelimeler değil mi? Ben de edebiyata bu perspektiften bakıyorum. Bence yazılanları kurgu/ gerçek diye keskin çizgilerle ayırmak mümkün değil. Elbet yazarın meydana getirdiği hikâyeler kişisel veya toplumsal hayattan izler barındırır fakat bu salt gerçeklik olarak düşünülmemelidir. Anlatılmak istenen tema gerçeklikten beslense de zaman içerisinde kurgusallıkla yoğrulur, şekil değiştirir. Mesela ben 27 Numara Nezahat adlı öykümün ilk taslağını havalimanında uçağımı beklerken yazmıştım. Havalimanındaki temizlik araçlarından birinin sürücüsü olan bir kadın dikkatimi çekmişti. Kadının o anki hüznü veya yorgunluğu, artık orası benim hayal dünyama kalmış, beni çok etkilemişti. Sonrasında da bu öykü meydana çıktı, Nezahat’in öyküsünde gerçek nerde son buldu, kurgu nerede başladı burası çok da mühim değil benim nezdimde.
Dijitalleşmenin “edebiyata” etkisi nedir? İyi ve kötü yanlarını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Dijitalleşmek, her alanda olduğu gibi edebiyatta da son yılların temel problemi/ lütfu. Kavrama dair içerisinde zıtlık barındıran bu iki söylemi bilinçli olarak zikrettim çünkü edebiyat için alışılmışın ötesinde bir durum dijitalleşme. Eski alışkanlıklarını terk etmekte zorluk çeken okurlar için zorlayıcı yanları var, buna ek olarak basılı edebiyata nazaran daha uçucu da geliyor bazı insanlara göre. Fakat artan baskı maliyetleri, herhangi bir metne dünyanın neresinde olursanız olun erişebilmeniz ve kolay arşivlenebilmesi gibi açılardan bakarsak dijitalleşme, edebiyat için çokça olanak sağlıyor. Ben ise makale, deneme gibi kısa yazıları dijital mecralardan okumayı; fakat daha uzun metinleri hâlâ basılı olarak okumayı tercih ediyorum. Her şeyi göz önünde bulundurduğumda ise edebiyatta dijitalleşmenin kolaylaştırıcı yönünün daha ağır bastığını düşünenlerdenim sanırım.
Yazmak ve okumak dışında vaktinizi nasıl geçirirsiniz?
Birçok insan gibi çokça toplumsal kimliğim var. Öğretmen, arkadaş, anne… Mesleğim icabı tüm günüm okulda, öğrencilerimle geçiyor. Akşamlarımı ise yedi yaşındaki kızım Nehir’e ayırmaya çalışıyorum. Ona ömründe yol arkadaşlığı yapmaya çalışıyorum. Bunun dışında elimden geldiğince İstanbul’daki sergileri gezmeye, yeni çıkan filmleri/oyunları izlemeye gayret ediyorum. Bir de arkadaşlarıma sofralar kurmayı, onlarla büyük masalar etrafında buluşmayı çok seviyorum. Günlerim böyle geçiyor diyebilirim.
En son okuduğunuz kitap nedir? Fethiye Haber okurlarına tavsiye edebileceğiniz kitap ya da kitaplar var mıdır?
Şu an elimde Ömür İklim Demir’in Mutedil Dalgalı isimli öykü kitabı var. Yazarın daha önce Muhtelif Evhamlar Kitabı isimli bir başka kitabını da okumuştum. Her iki kitabı da gönül rahatlığıyla Fethiye Haber okurlarına önerebilirim. Bunun yanı sıra son yıllarda kitapları çeşitli mecralarda ödüle layık görülen yazarları takip etmeye, okumaya çalışıyorum. Bu bağlamda Murat Çelik, Ahmet Büke, Nermin Yıldırım, Melisa Kesmez, Sema Kaygusuz’u kitaplarını okumaktan keyif aldığım yazarlar arasında sayabilirim.
Değerli Hatice Hanım, bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. En kısa zamanda yeni eserlerinizi de okuyabilmek dileğiyle…
Ben de kitabıma ve yazma macerama gazetedeki köşenizde yer verdiğiniz için size çok teşekkür ederim Hakan Bey, nice kitapta yolumuzun kesişmesi ümidiyle, sevgiler.