Tanrı’ya ilişkin sözler edilince, karşımdakI kişiye, siz, diyanette, ya da müftülükte mi çalışıyorsunuz, diye soruyordum.
Söyleşilerine katıldığım kişiler bilirler; din, iman boyutlu sözler konumuza eklemlenerek hareket edildiğinde, benim bir tepkim olur. O ara ilgili kişinin gözlerinin içine bakarak derim ki, siz müftülükte ya da diyanette mi çalışıyorsunuz? Sorumu oldukça anlaşılır biçimde yönelttiğimden karşımdaki kişi de bir anlığına afallar. Sonra da, elbet hayır, der. Niye öyle sorduğumu da merak ettiğinden, bana dönerek açıklama yapmamı bekler.
Geçen haftalar içinde gerçekleştirilen seçimlerdeki görevli bulunduğumuz sandık kurulundayken de bir benzer olay yaşadım. Oy kullanmaya gelen kişinin eğitimci olduğunu iyi biliyorum. Ben de kurulumuzda kimlikleri alıp gözden geçiren kişiyim. Eğitimcimiz o kurulumuza kısaca açıklama yapmayı gerekli buldular. Eğitimci olduğuna, son olarak nerede görev yaparak emekli olduğuna değinivermişlerdi. Tümden ağarmış gür saçları, o kişinin zaten emekli biri olduğunu ortaya koyuyordu. Kendilerini de az buçuk tanıyordum.
Seçimin 2. turunda yine gelmişlerdi. Oyunu o saydam sandığa atarken, uzunca, bir inanç boyutlu dilekte bulunması ilgimi çekmişti. İmzasını verip giderken kendilerine seslendim; siz müftülükte mi çalıştınız, dedim. Hayır, dedikten sonra elbet, niye öyle dediniz ki, diye sormadan da edememişti. Ben de, zarfınızı atarken uzunca bir dilekte bulundunuz da, dedim. Aslında, besmele çekerek, sonucun hayırlı olmasını, dilemesine dokundurmuştum. Bir açıklama yapacak olmuşsa da, yerimde beni gülümseyen bir yüzle görünce, hadi neyse, diyerek, yanımızdan ayrılmayı yeğlemişti.
Seçimlerin hemen ertesi günü memlekete hareket etmiştik. Anlayacağınız üç haftadır buralardayız.
Çarşı, pazarda, merkezde eski arkadaşlarla söyleşilerde bulunuyorum.
Yukarıdaki örneğimdeki tavrımı da burada yineleyecek olmuştum.
Eski bir meslektaşımızla birlikteydik. Derken yanımıza birileri sokulup gelmişlerdi. Yanımdaki arkadaşım o kişiye saygıda kusur etmiyor, içtenlik gösteriyordu. O ara bir açıklama da yapıp, benim köylüm olur, demişti. Kişi, bizler gibiydi. Birlikte oturup çay içiyorduk. Yapılan konuşmalardan hemen sonra benim yine ona bir dokundurma yapmak dürtüm belirdi; kendilerine, siz müftülükte mi çalışıyorsunuz, demeden edemedim.
O kişi, her bir konuşmasını Tanrı’yla, peygamberle, Kur’an, ayetle ilişkilendirince, benim öylesi bir soru yöneltmem şaşırtıcı olmayacaktı. Arkadaşım da tutup demesin mi, evet, kendisi emekli müftüdür.
Görevinin önemli bir bölümü de İstanbul’da yapmışlar, Avrupa da görmüşler. Giyiminde, kuşamında, bizden hiç ayrışan yanı yok. Öyle sakal da bırakmış değiller.
Seçimler yeni olmuş. Arkadaşım da yandaş, paydaş türden… Bir de o köylüsü İstanbul, Almanya’da görev için bulunmuşlar. Her nedense, uçkur peşkir içerikli(!) sövüp saymayı da bırakmıyor. Ben de o boyutunu hemen eleştirip o tür hareketten kaçınmasını söylüyorum.
Ona önemsediğim bir eleştirimi dile getirip; şu cuma ve bayram namazları sonrası neden para toplamayı engellemiyorsunuz, da diyorum. O kişi de, engel olmaya çok çalıştım. O konuda başarısız oldum, diyor. Sonra da, sözde(!) işin gerekçesini açıklamaya kalkıyor. Ben de, diyorum ki, bakınız, Almanya’da görev yapmışsınız, o ülkede son iki yüz yıldır, hiç yeni kilise yapılmamış. Papazlara devlet aylık ödememiş.
O dev boyutlu Çamlıca Camisi ve görevli kişi sayısını da sözlerime ekliyorum.
Müftü durur mu; bizim ülkemizde iki yüz yıllık cami var mı, diye soruyor.
Oysa her bir köyümüzde eskiden camiler yine vardı. Şimdilerde, onlar bir bir yıkılıp yerlerine çok daha masraflı ve de kubbeli camiler dikilir olmuştu. Köyler boşalıp gittiği için, artık gelen giden cemaetleri de olmuyordu.
O ara, kendilerini tanıyanlar, selam ve saygılarını belirtiyor, bazıları da sandalye çekip bizleri dinlemeye koyuluyorlardı. Söyleşi derinliğimiz azıcık sertleşince, onu ve köylüsünü o ortamdan çektim aldım. Dinleyiciler de, gider ayak, beni Foks Tv. izleyicisi olduğumu özellikle belirtmek istediklerine tanık oldum. Bizim kalkışmamız sonrası da peşimize takılıp gelmeyi uygun bulmadılar.
Müftü ve köylüsünü kamusal alan olan yanımızdaki parkın bir köşesine oturttum. Aynı boyuttaki konuşmamızı sürdürdük.
İşte o gün, sözün belini kırdık(!).
Eşim, yengesi, yengesinin kızı ve ben 6-7 km. yerden pazara gelmiştik. Beni, dönüş için telefonla aradıklarında söyleşinin derinlikli yerindeydik; siz gidin, biz, biraz çene çalacağız, dedim; onları gönderdim.
Müftünün sözleri hiç biter mi; makineli tüfek salvosu gibi. Eh, benim de artık kitap yazmışlığım, sendikacı ve örgütçü, olduğum ortaya çıkmıştı. Cumhuriyet Tarihi’mizin en büyük memur eylemine, zihniyet olarak bayağı bir geriye düşmüş ilçemizden, diğer büyük ilçelerimizdekilerin yapamadığını yaparak, bir otobüs dolusu kamu görevlilerimizi götürebilmeyi başarmış kişi olduğum sözlerime yansımıştı. Hiç de tekin biri olmadığım anlaşılmıştı. O aşamadan sonra da, bana, asker arkadaşı gibi seslenilme de bırakılmış, adım anılırken sonuna, bey, eklentisi getirilir olmuştu. Öyle biri olarak onu nasıl da topa tutuyordum, bir bilseniz?
Toplumsal iletişim ağlarında yaygın olarak yapılan paylaşımın her birinden de haberleri var. O eleştirilere de, kendilerinin Reisvarî (!)yanıtları var. Onları bir bir sıralayıverdiler. Cumhuriyet öncesi o düşük okur-yazarlık oranını da kabullenmiyorlar.
Neden olarak, geçmişteki İngiliz Dünya Siyaseti önderliğine göndermede bulunmayı yeğliyorlar. Sayısız geçmiş efsane gerekçeleri de var. Günümüzdeki toplum ahlak bozulmasına verip veriştiriyorlarsa da, faturayı son yirmi yıla kesmeyi de kabullenmeyip işi yüzyıla yaymaya vardırıyorlardı(!).
Bu ilçenin niye hiç profesörü yok. Olan da, ilahiyattanmış, diyorum. O konuda bir efsane kısıtlamadan söz ediveriyorlar. Oğlunun İstanbul’da okuduğu Üniversite’nin adını da söylerken 27 Mayıs, diyordu. Ben, olamaz, diyorum; üsteliyorum. Sonrasında 29 Mayıs Fetih Üniversitesi olduğu anlaşılıyor.
İki karşıt kesimden olduğumuzu yadsıyan da yok. Söz alarak konuşuyoruz. Benim otobüs hareket saatim geliyor. Son kez söz aldığımda ise, kısa, anlaşılır olmasını istiyorlar. Oysa kalkmış, ayrılıp giderken bile kendileri sözlerini bitirmekten yana değillerdi.
Sizlere, o birkaç saatlik konuşmamızın içeriğini, ders çıkartmak amaçlı, bütünüyle yansıtabilmeyi isterdim. O boyut ne yazık ki köşe yazısına sığdırılamazdı.
Herkese iyi haftalar …