Bu son gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçiminden birkaç dönem öncesindeydi. Sandık kurulunda birlikte görev yaptığımız kişi beni bayağı şaşırtmıştı. Sanırım sandık kurulu başkanı idi.

Kendisiyle tanışıklığımız da vardı. En azından birbirimizi daha öncesinden sıkça görmüştük. O zaman serbest çalışıyor, minibüs sürücülüğü yapıyordu.

Neyse işte o boyuta takılı kalmayayım.

Geleyim onun şaşkınlık yaşadığım açıklamalarına.

Sözünü ettiğim kişinin okul çağına yeni gelmiş kızı varmış. Onun istek ve dileklerini yerine getirmeyi babalık görevinden sayıyormuş. İyi, hoş. İyi, hoş da bize göre gidişatta bir terslik de var. Neden, diyeceksiniz? Öyle ters giden ne?

Baba, ailenin gelir getiren başat kişisi olarak kızının isteklerini yerine getiriyor ya hep öyle giderse sonuç ne olur; hiç merak edeniniz olmayacak mı?

Dokuz yaşlarına gelen kız çocuğu, geçtim kendi hemcinsi kızları; yaşıtı erkek çocuklarını bile yaka paça tutup yere devirip geçiveriyormuş. Anne-baba da akılları sıra gururlanıyorlarmış. O kız çocuğu yavan yaşık, iki kaşık, tekerlemesinin tersine; hamur kömür işi yiyeceklere de karnı tokmuş. İlle de et ve benzeri yiyecekler yer; o konuda seçici olurmuş. Öyle olunca da elbet yaşıtı ve az büyükçe erkekleri yere çalıvermesine pek de şaşılmasa gerek.

Bizler kalabalık ailelerde büyüdük. Ağzımıza göre yemek, içecek değil; aç açık kalmayacak derecede ancak karnımızı doyurmaya bakardık. Doymak sözünü de sözgelimi kullanıyorum. Öğün arası azıcık atıştırmamıza bile izin yoktu. Sözlü uyarının arkası, bir fiske(!) yememiz bile hesapta olmayan hareketlerden değildi.

O sözünü ettiğim kişinin, kızıyla ilgili yeme içme konusunu, haydi içselleştirip çok da üzerinde durmayalım. Ne var ki daha da eklemlenecek yan var. Söz konusu kişi, o kızına, aylığının önemli oranına denk gelecek ederi olan, bir cep telefonu alıvereceğini de dillendirmez mi(*)?

İşte o sıra şaşkınlığım da hayret edişim de tavan yapıvermişti.

O söz konusu kişiler köy minibüsü sahipleriyle öylesine çekişiyorlardı ki işin ucu bazı kavgalara varıyordu. Bendeniz o tür hareketlere birkaç kez tanık olmuş biriyimdir. Aynı tür olayların sayısı hiç de az değildir. Bu boyutu niye dile getiriyorum? Öylesi bir geçim, çıkar çatışması yaşamış kişilerin, kamu görevlisi olup çıktıklarında, geçmişlerini unutuvermeleri hiç de hoş kaçmasa gerek. Onu demeğe çalışıyorum.

Bakınız bir başka örneklemem de var; konuyla da ilişkilendireceğim.

ABD’li bir iş insanı, Meksika’da bir köye uğrar. Köylü kadınlarının giysilerinden gözlerini ayıramyıp sorma gereği duyar. “Bu giyseleri nereden satın alıyor sunuz? Diye sorar. Köylüler de çevrelerindeki çölü gösterirler. “Bakın,” derler, “biz o gördüğünüz kaktüslerden elde ettiğimiz liflerden dokuma ipi elde ederiz. Dokumalarımızı da yine kendi çevremizden elde ettiğimiz boyalarla boyarız.” ABD’li iş insanı şaşkındır. Öylesi hiç aklından geçmemiştir. Dokumaların parlaklığı ona göre, neredeyse ipek ile eş görünümdedir. 

Ondan sonra ne yapar ne eder; oralardan bolca arazi edinir. Hemen de bir işletme kurmaya yönelir. Kaktüsler eker. Verir suyu, verir gübreyi… Yatırımını kısa zamanda kazançlı kılmaya bakar.

Oysa işin içinde iş vardır.

Yatrımcı, umduğu sonucu almakta hayal kırıklığı yaşar. Ülkesine çekilir gider. Kafasına da yaşadığı o başarısızlık takılı kalır.

Tanıdığı akademik çevrelerden, sorar soruşturur, bir biyolog tutar. İşin içyüzü hakkında bir rapor ister.

Biyolog, çölde çadır kurup araştırmasına başlar. Bir süre sonra araştırmasını bitirir. Raporunu hazırlar, ilgili kişiye verir.

Raporunda kısaca şunlar yazılıdır: Bu kaktüsler güç koşullarda yetiştiklerinde, o değerli dokuma liflerini üretiyorlar. Bol su ve gübre ile desteklenip yetiştirildiklerinde ise, o lifleri yapmıyorlar.

Kısa öykümüzden çıkarılacak ders: Bizler, erişkin birer anne-babalar olarak, çocuklarımızın herbir dediğini yerine getirerek, aslında onlara “en büyük kötülüğü” kendimiz yapıyoruz. Çocuklarımız, güçlüklerle  yüzleşmeli, onları aşmak için, kendileri de kafa yormalı, çözüm üretmelidirler. Öylelikle erişkin olmalıdırlar.

Umarım bağlantı kurmam yerinde olmuştur.

Herkese iyi haftalar …

____________

(*) Sanırım o günlerde akıllı telefonlar henüz yoktu.

Bizde kalın, habersiz kalmayın! BeskazaTV.com